ansızın yakalandık bir gece vakti şaşkınca uyandık depremlerle sarsıldık son demiydi sanki ömrün hayatın korktuk titredik “eşhedü” ye sarıldık oysa mü’minlerdik, ne kadar emindik!
MANŞET
BİLEMEZDİ
Kırağı bilemezdi Sığındığı merhametli avuçların ölümü olduğunu İzlediği dağların eteklerine varamadan Soluğunu duyamadan Çanağına doyamadan toprağın Bir hiç olduğunu Bilemezdi -toplanan- beyaz örtünün yere
SESSİZ OLUN LÜTFEN
Solmadı kurudu gülüm be anne! Canımdan can gitti eriyorum ben. Ölüm de güzeldi ölüm de anne! Bir canı bin defa veriyorum ben. * Eh
KAR/DELEN
Bebek ağlamayı öğreniyor yalnızca. Çocuk, ip atlıyor evinde. Genç, sonsuzluk uykusunda, urganla bağlıyor hayallerini. Kardelen ölüyor. Rüzgar savuruyor kardeleni. Karlı dağlarda taç yaprakları uçuşuyor.
10.GÜN
On (6) Şubat, Kahramanmaraş “Anne ne kokuyo?” Cevap vermedi kadın. Kadın sıska, kadın zayıf. Her hali tedirgin. Adamın yüzüne baktı. Adam uzun, iri
DERİN DEPREM
“Bırak şaka yapmayı, hiç sırası değil. Çok uykum var.” dedi Ali kardeşi Murat’a. “Hem sen niye hâlâ uyumadın, okulun yok mu yarın?” diye sordu
TURNALAR GELSİN
haydi yine ‘gülizar’ edelim o haber gelmesin turnalar gelsin maraş’tan yüreğimizi örtelim üstüne “kanadı ıslanmasın yağmurdan yaştan” asi’ye gül damıtalım döndürsün kırlangıçları hatay’a yayılsın
Keskin Bıçak
hanidir bir çocuk giriyor kedi uykusu rüyalarıma bıçakla kesiyor kiraz mevsimini zamane değirmeni ipi kopuk uçurtmaların boş kalınca salıncaklar çığlıkların sesi kısık vicdanın kör
ÖLENE Mİ ZOR KALANA MI?
gecenin ipi çekilmeden usulca semadan dualara karışan çığlıklar duyuldu mezradan. çocuklar can havliyle kaçıyordu odalardan, uyanırken kanlar içerisinde rüyalarından… dışarısı karanlık, insan dolu
AYAZ RENGİ
kaç titreme aldı kolonları binaların elinden derinlerde kalan ahlar! kim bilir kaç vazgeçmişlik saklar uzun uzun inledi şehir bir çift kumrunun âhı kaldı kanatsız